EGE’NİN KÖPRÜSÜ

YUNANİSTAN VE TÜRKİYE ARASINDAKİ ZORUNLU NÜFUS MÜBADELESİNİ KONU ALAN
“ANLATIMLI KONSER”

Konsept:

100 yıl önce Yunanistan ve Türkiye arasında gerçekleşmiş nüfus mübadelesini konu
alan, şiir ve anlatımlarla renklenen görsel-işitsel bir sahne performansı.

Sanatçılar:

Müzik: Loustri Music Ensemble and friends 

Müzik: Loustri Müzik Grubu ve dostları (Yunan ve Türk müzisyenlerden oluşan müzik grubudur.) (*)

Anlatım: Metin Belgin

İçerik:

Gösteri, Ege Denizi’nin her iki yakasında var olmuş ve halen var olan, ortak kültürel unsurlara atıfta bulunan, iki dilde şarkı ve müziklerden oluşuyor.
Repertuar: 100 yıl önceki trajik tarihi olaylardan ve yüzbinlerce insanın evlerinden olmasına yol açmış hadiselerden esinlenen Yunan ve Türk geleneksel şarkıları, Rebetika şarkıları ve Çağdaş Sanat Müziği.
Örneğin: A. Badjanos (İstanbul 1888-1950), Z. Livaneli (Türkiye), E. Sayan (Türkiye), M. Hadjidakis (1925-1994 Atina), St. Xarhakos (Atina), Y. Saoulis (Selanik) şarkıları, geleneksel Anadolu şarkıları, Rebetika, Karadeniz yöresinden şarkılar ve dini Lübnan şarkıları.
Gösteride 1923 yılında başlayan mübadele ile ilgili şiirler ve gerçek hikayeler, Türkiye’nin en iyi anlatıcılarından biri olan Metin Belgin tarafından seslendiriliyor (Dil: Türkçe)
(*) İlaveten, gösteri görsel sunum ve isteğe bağlı solo dans performansı sunmaktadır.

Misyon:

Ege’nin iki yakasında zorla evlerinden ayrılmak durumunda kalmış insanların hatırasını yaşatmak. Halkları birleştiren ve onların ortak kültürel özelliklerini baz alan bir hikâyenin müzikal anlatımı.

Ses renkleri:

Kanun – vokaller

Gitar – vokaller

Buzuki – vokaller

Akordion

Kontrbas

Anlatım

Opsiyonel:(*)

 

Perküsyon

Bağlama – Keman- vokaller

2. Buzuki – Vokaller

Dans Sanatçısı

Gösteri konsept ve tasarım: 

Yannis Saoulis,
Görkem Saoulis,
Metin Belgin,
ArkanÇinetçi.

Müzik düzenleme: Yannis Saoulis.  

EGE’NİN KÖPRÜSÜ

 – Written by YANNIS SAOULIS – a synopsis (Translation in Turkish: Yasemin Aydın, Herkul Millas) 


Güneşin yükselmeye başladığı bir Mayıs sabahında, omuzumda küçük buzukimle, yine şehrin uğultulu çarşısına indim. Ancak bu kez kararlıydım, “perili köprünün” girişine çıkan o girintili çıkıntılı sokağı geçecektim. Küçük, safiyane ama hepsinden önemlisi kafamda sorularla dolu bir halde, “Doğu’ya doğru” yöneldim, içimde tereddütler de yok değildi. Yol üzerinde karşılaştığım buranın yerlileri, kimi zaman huyuma giderek, kimi zaman da korkutmaya çalışarak, o Köprü’yü çıkma cüretini asla göstermemem gerektiğini salık verdiler. “O köprü uzun zaman önce kopmuş, yarısı yok olmuş” diyorlardı. “Düşüp yuvarlanmak, paramparça mı olmak istiyorsun?” diye bağırıp çağırıyorlardı. Oysa diğerleri, acı topraklardan kopup gelen mübadil siluetler, yine beni teşvik edercesine, sessizce kalabalığın arka sıralarından bana kaş göz ediyordu: “Durma, haydi göster cesaretini!”

Bu geçitteki manzara, cezbedici olmaktan çok daha öte, tabiri caizse, alınyazısı idi. Artık bu geçitin girişine iki adım uzaklığındaydım! Uğultu, korku yüzünden daha da yükseliyor gibiydi, daha da tehditkar ve gittikçe daha olumsuz:

“Dur! Dur!”

Ama sessizlik , bana gitmemi işaret ediyordu

Ve bu köprü öyle güzeldi ki… Gökkuşağı gibiydi. Köprünün başlangıcı; binbir çeşit taşlardan ve mermerlerden, eski ve meşhur binaların kalıntılarından oluşan bir kıyıya temel atmıştı. Antik çağlara, Roma’ya, Bizans’a, Venedik ve Osmanlı’ya uzanıyordu. Geçitin başlangıcı işte tam da bu sentezin üzerinde yükseliyordu.

Batı’dan uzaklaşıp Doğu’ya doğru köprüye tırmanmaya başladım. Sesler sustu, çarşının uğultusu ise suyun şırıltıları içerisinde sönüp gitti. Ruhumu sakin bir merak kapladı.

Sonrasında ne olabilirdi ki? Düşmek mi, uçmak mı?

Köprünün ortasına doğru yaklaştıkça, zirveye geldiğimde, bir de baktım ki aslında Köprü’nün diğer yarısı yıkık falan değildi, sadece daralıyordu. İlerisi ve gerisi, sonsuz bir maviliğin içerisine, günlerin sonsuzluğuna dalıp kayboluyordu. İşte tam orada, tam tepede, Kuzeyi ve Güneyi gördüm. Ege’nin tüm adalarının önümde, adalar ve zeytinlikler dolu parlak bir mavilik halinde uzandığını gördüm.

İçimi bir merak kapladı: “Acaba bu köprünün ayakları nereye basıyordu?”. Göreyim diye eğildim ve o an huşu içerisinde kalakaldım.

Birbirlerine sarılmış mübadil göçmenler, biri diğerine destek olacak şekilde, hepsi birlikte Yunan Tanrısı Atlas gibi Köprü’yü sırtlamıştı. İzmirliler, Kapadokyalılar, Rumlar, Pontuslular, Girit Türkleri, Trakyalılar ve daha niceleri, birbirinin içine geçmiş halde, temelleri Ege’nin derinliklerinde kaybolan dev sütunlar oluşturuyor ve tepelerindeki sütun başlıklarıyla da bu ince, uzun geçidi taşıyorlardı.

Bunlar kalanlardı.

Ege’nin temellerindeki kurbanlar işte onlardı. Hepsi birlikte, sorgulayan gözlerle yukarı doğru, Sonsuzluğa bakıp şarkı söylüyor ve sanki İlahi Adaletin haksızlığına kazan kaldırıyordu. Ege’den yükselen bu şarkı -cesaret şarkısı- fasulye sırığına sarılır gibi  mültecilerin ruhlarından oluşan sütunlara sarmaşıp tırmanıyor; kulaklarımı okşayarak yükselip aşıyor gökyüzünü.

 İçimi öyle hoş ediyordu ki.. Kanım  duygu selinde yüzüyordu. Öfke, yakarış ve samimiyet dolu aynı nağmenin bir papazın ve müezzinin dilinden döküldüğünü ilk defa duyuyordum.

 “Bu nasıl bir kader Tanrım!” diye düşündüm.

O tepede ne kadar oturduğumu söyleyemem. Dakikalarca mı? Günlerce mi? Yıllarca mı yoksa? Hiç bilmiyorum. Sonrasında gözümü Doğu’ya dikerek o taştan kemerin tepesinden inmeye başladım. Doğu’dan hareketle benim geldiğim yere, suların batı yakasına doğru ilerleyen insanları yavaş yavaş gözlerim seçmeye başladı. Küçük tereddütlü adımlarla, ama aynı şekilde onlar da büyük bir merakla Köprü’yü tırmanmaya çalışıyordu. Onlara da aynı şeyleri söyleyen sesler duydum, kah huylarına giderek kah vahşileşerek onlara da aynı şeyi söylüyorlardı. Köprü yıkıktı, tehlikeliydi, düşüp paramparça olacaklardı, o köprüye çıkmamalıydılar. Ama sonra aynı teşvik edici sessizliği de gördüm, bakışlarıyla cesaret veren o sessizliği.

 Kavuştuk sonra. Selamlaştık. Sonra herkes kendi yoluna gitti. Ben Anadolu’ya, onlarsa benim yola çıktığım tarafa…

İşte nihayet Doğu’dayım. Ulaştım sonunda. Hoş buldum acı topraklar. Kucakladınız beni, aldınız koynunuza. O parlak mavilikten yükselen şarkıyı istediniz benden. Mübadillerin nağmesini.

Müzik aletleri çalmaya hazırlanıyorlar şimdi, birazdan yeni şarkı başlayacak. Şöyle bir geriye doğru dönüp bakıyorum Köprü’ye. Her zamanki gibi tahrik edici o tuhaf güzelliği içinde dimdik duruyor.

Ama dikkatimi bir şey çekiyor. Küllerin, tozların ve çiçeklerin altında kalmış mermerlere kazınmış bir kelime. Neredeyse zar zor seçiyor gözlerim. İşte o aynı kelime. Yola çıktığım karşı kıyıda da kazınmış olan o kelime.

Evet, evet, aynen, kazınmış, işte o…

“REBETİKO”

© 2020 «Το Γεφύρι» – Ιωάννης Σαούλης – All rights reserved. Any unauthorized copying, alteration, distribution, transmission, performance, display or other use of this material is prohibited.

Loustri Music ensemble

Music which shines after polishing…